Senelerdir,
sebebi bile uzun tartışmalara sebep olan Trabzonspor-Fenerbahçe
arasındaki gerginlik malumunuz. Fakat Ali Koç’un stada geleceğini
açıklaması ve Trabzon tarafının da yerinin tabii ki hazır olduğunu
söylemesiyle maça olumlu bir havada başlandı.
Uzun bir
zaman sonra karşılaştığımız diğer durum ise, Fenerbahçe’nin
böylesine aciz durumda, Trabzon’un ise o kadar kendinden emin ve
ezici bir üstünlüğe sahip olmasıydı. Genelde tersinin yaşandığını
izlerdik.
İlk yarıda
Trabzon'un kaleye kaç kere indiğini, ancak istatistikçilerin hesap
edebileceğini söylesek abartmış olmayız. Nitekim devre arasındaki
tabloya göre, Trabzon’un 12 şutuna karşılık Fenerbahçe’nin 2 şutu
vardı ki bu çok ciddi bir üstünlüğü sergiliyordu.
Ev
sahibinin kazandığı penaltıyı, son 21 penaltının 9’unu kurtarmak
gibi müthiş bir istatistik yakalayan Harun’un çıkarması, oyunun
akışı değişir mi diye düşündürdü. Ancak bu şahane kurtarışın bile
ateşleyemediği Fenerbahçe karşısında, Trabzon’un iyi paslarla
kaleye inişleri ve Yusuf Yazıcı’nın uzaktan toplarla kaleyi
yoklamasıyla oyunun psikolojik üstünlüğü iyice ev sahibine geçti.
Öyle ki, Fenerbahçe her çıkışında rakip kaleye 30-40 metre
mesafelerde top kaybediyor, ataklar başlamadan sonlanıyor ve
Trabzon’un etkili hücumlarına dönüyordu.
“Eyvah penaltıyı
da kaçırdık, daha kazanamayız maçı” hissiyatının zerre
olmadığı bir kendine güveni vardı Trabzon’un. Çünkü orta sahadaki
hemen her topu kazanmaları, yüksek isabetli pas trafiği, sayısız
şans yakalamasını sağlamıştı.
İkinci
yarının başında Valbuena’nın serbest vuruşunun direğin dibinden
dışarı çıkması belki maçın kırılma noktasıydı. Hemen ardından gelen
Trabzon’un hücumunda cephe kanat arasındaki doğru ve etkili
paslaşmalar sonucundaki güzel ortaya Novak’ın vurduğu kafa eşitliği
bozdu.
Yine orta
alanda kazandığı toplarda, hızlı hücumda az adamla yakaladığı
Fenerbahçe kalesine çok müsait pozisyonların ikram eder gibi
kaçırılması, ev sahibinin skor açısından rahatlamasına engel oldu.
Ancak Trabzon, gönderdiği 26’ıncı şutunda(!) Sosa usta işi bir
vuruşla Harun’un uzanamayacağı köşeye topu gönderdi.
2-0.
Artık tam
rahatlanacak derken Fenerbahçe organize bir atakla bulduğu golle
farkı bire indirdi. Son dakikalardaki hücumlar ve direkten dönen
toplar, “Bu güzel oyuna yazık olacak” korkusunu
son ana kadar yaşattı. Son 10 dakikayı stres altında bitirmesi,
Trabzon’un bunları yaşamamak için belki de tek eksiğini
haykırıyordu: “Son vuruş, son vuruş, son
vuruş!”
Trabzon
bana göre sadece bir maç kazanmadı. Güçlü futbol oynayabileceğini,
rakibe eskisi gibi korku salabileceğini ve birlikten güç doğduğunu
anladı. Takım oyununun, yardımlaşmanın, topu ayağında asla bencilce
saklamamanın meyvesini aldı Trabzon. "Bu takım mı 5 tane
yedi geçen hafta?" dedirtirken, o skorun şokunu da
üstünden attı, iki as oyuncusunun belki de geri dönüşü olmayacak
şekilde takımdan uzaklaştırılmasının olumsuz etkilerini de absorbe
etti. Özellikle Burak’ın kadro dışı bırakılmasının takıma olumlu
yansıdığı çok açık ve net! Lakayt biçimde savunmanın arkasına
lütfen yürüyerek geçen, göz göre göre defalarca ofsaytta kalıp yine
de azıcık hareketlenmekten imtina eden, "top gelsin de
vurursak bakarız gol olur mu,” diye davranan tek bir
adamın üzerine kurulan sistemden vazgeçildiği görülüyor. Yani
sonuç, klişe olsa da gerçek bir ifadeye gelip dayanıyor:
“Hiçbir futbolcu kulüpten büyük değildir.” Bu
güzel oyunu sürdürürse, Trabzon’un üst sıralara oynaması hiç de zor
değildir.