Futbolu seveni de sevmiyorsunuz!

Bu seneki derbiye, önceki senelere göre daha farklı bir gerginlikte girdik. Malum, genelde iki kutuplu olan lig bu sene çok kutuplu hale geldi, ondan olsa gerek! Kaybedenin şampiyonluk iddiasını çok zora sokacağı anlamına gelen bir maç söz konusuydu, üstelik ligin bitmesine 11 maç varken!

Hakan Aytaç hakanaytac61@gmail.com

Bu seneki derbiye, önceki senelere göre daha farklı bir gerginlikte girdik. Malum, genelde iki kutuplu olan lig bu sene çok kutuplu hale geldi, ondan olsa gerek! Kaybedenin şampiyonluk iddiasını çok zora sokacağı anlamına gelen bir maç söz konusuydu, üstelik ligin bitmesine 11 maç varken! Çünkü bu sezon güzel oyun ve iyi performans neticesinde gelecek başarılardan çok daha ötesi konuşuluyordu. Her hafta!  Hoş önceki sezonlar da pek farklı değildi ama bu yıl en berbatını izliyoruz belki de… “Büyük takımlar” üst sıralara rahat yükselememişti kolay mı!

Böyle bir ortamda maç izlemeye oturunca ekranda dev bir pankart gördük: “Seni de seni seveni de sevmiyoruz!” Fenerbahçe taraftarları ezeli rakipleri Galatasaray’a olan nefretlerini dile getiriyordu. Ne kadar da güzel, müthiş marifet doğrusu tebrikler arkadaşlar!

Ligin görüp görebileceği en mütevazi, en efendi adamlarından biri olan Rıza Çalımbay şimdi yalnızca güzel oyun derdi ile şampiyonluğu kovalıyor, tarihinde ilk defa bu iddiada olan Sivasspor için. O Rıza için de aynı tribünlerde “Rıza efendi, iki ekmek bir süt” pankartı açılmıştı. Neyi, kimi, neyle aşağılıyorsun kardeş? İnsanlıktan nasibini almamışlara Rıza hoca aynı efendilikte cevap vermişti:

“Üzülmedim desem yalan olur. Fenerbahçe büyük bir camia, birkaç kişinin yanlışını kulübe mal etmemek lazım. Ama ne yapalım... Hiç kimseye kızmıyorum.” Biz de tek bir taraftar grubuna indirgeyemeyiz böylesi vandallıkları. Zira futbolcunun kafasına çakmak atan da her tribünde var, kendisine edilse ortalığı yıkacağı küfürleri 20’li yaşlardaki gençlere utanmadan yağdıran da her taraftar grubunda var, hakemlerden de herkes şikâyetçi, herkes takımlarına operasyon çekildiğine inanıyor, federasyonu satılmışlıkla suçlamayan neredeyse yok! Eh böyle bir ortamda da kimsenin ne dediğinin belli olmadığı bir kör dövüşü çıkıyor ortaya.

Yani asıl dert üzmek, incitmek, ezmek, küçük görmek, hile ve hurdayla baskı altına alıp bir şekilde galip gelmek… En kötü ihtimalle deşarj olmak, kendini tatmin etmek. Farkında mısınız bilmiyorum ama spor bu değil arkadaşlar! Siz esasında futbolu da futbolu seveni de oynamaya çalışanı da sevmiyorsunuz!

Maç içinde de futbolcuların yine aynı hislerde olduğunu gördük. Evet çok fazla olay çıkmadı sayılır ama her pozisyonda mücadele ile değil birbirini iterek, çekerek, denge bozarak üstünlük kurmaya çalıştı milyon dolarlık yetenekler! Kimsenin futbol oynamak gibi bir derdi yoktu. Hangi hava topu, ikili mücadele veya yan yana atılan depar izlediysek sportmenlik dışı avantaj sağlama çabası gördük. Eskiden İstanbul kulüpleri Anadolu takımlarıyla oynarken bu yönteme daha sık başvururlardı. Taraftar ve kamuoyu baskısıyla etkisiz hale getirdikleri hakemler aleyhte düdük çalmakta zorlanır, dizleri titreyerek maç yönetirlerdi. Elinde sadece emeği olan oyuncular çaresizce isyan ederdi ama duyan kim. Fakat ne hikmetse hakkı yenen yine “bu büyük ağabeyler” olurdu! Eh, güçlü olmak bir ayrıcalıktır!

İyi de, kim zevk alabilir böyle bir görüntüden? Sanıyorum renk görünce azgınlaşan boğalar gibi birbirine saldıran, “vur ulan” diye kendi oyuncusunu teşvik eden, en küçük harekete ana avrat düz giden futbol düşmanları halinden oldukça memnundur. Elbette maç sonu ne pahasına olursa olsun kendi lehlerine sonuçlandıysa.

Yabancı futbolcular bile gelir gelmez “En güzel golümü Fenerbahçe’ye atacağım” , “Galatasaray filelerini havalandırıp gerçek Fenerbahçeli olacağım” gibi açıklamalar yapar oldu. Yahu dur bir sakin ol kardeş! Daha önce ismini belki birkaç sefer duyduğun takıma nasıl bir bağlılık bu ayağının tozuyla? Nasıl bir rekabeti içselleştiriş bu gözünü açar açmaz? Ancak bunlara sebep olan da yine maalesef taraftarın hali, yöneticilerin seviyesizliği, ucuz düşmanlık gösterileri. Tribün bunu isteyince futbolcu da göze girmek için ne yapsın, veriyor gazı veriyor gazı!

Kimsenin derdinin iyi futbol olmadığını söylemiştik. Önceki haftada çok tartışılan bir pozisyona getireyim sözü. 90’ıncı dakikada, maçın neticesi ortadayken topu koruma mücadelesi veren ligin en faydalı ismi Sörloth, topla uzaktan yakından olmayan tekmeler yemiş, dayanamayıp sertçe rakibini itip yuvarlamış, haliyle kırmızı kart görmüştü. Direkt gördüğü kırmızı kart yüzünden iki maç ceza alması gündemde iken “ağır tahrik” dolayısıyla cezası bir maça indirilmişti. Tabii kızılca kıyamet koptu. Çünkü bir sonraki hafta Beşiktaş maçı vardı ve kimilerine göre sırf o maça yetişsin diye bu karar alınmıştı! Halbuki, derdi futbol oynamak olmayan şarlatanların bundan çok daha abartılı saldırılarına ve formasının rengi sayesinde uyarı dahi almadıklarına defalarca şahit olduk! Sörloth’un sakin kalması ve böylesi bir reaksiyon göstermemesi lazımdı, evet. Ancak mevkisi haricinde her yere koşan, orta sahada top kapan, pozisyon başlatıp o topu gol yapan, uzun boyuna rağmen bu fizikte bir oyuncuda pek görülmeyen topla yaptığı dengeli driplingleri, yani kısaca bu kadar faydasına, göze hoş gelen oyununa, yakaladığı popülariteye rağmen efendiliğinden ödün vermeyen bir oyuncunun aslında o an rakibe verdiği tepki şuydu: “Ben futbol oynamaya çalışıyorum be! Sen ne yapıyorsun?”

Herkesin de artık haksızlıkmış, satılmışlıkmış, düşmanlıkmış bırakıp şapkasını önüne koyup düşünmeye başlaması lazım. Beyler burada futbol izlemeye çalışıyoruz, siz ne yapıyorsunuz?