SPOR MEDYASI

Metin Oktay'ın bilinmeyen hikayesi

Büyük yıldızların kahramanlık hikayeleri kadar kıyıda kalmış hikayeleriyle doludur tarih. Metin Oktay'ın hapis yatması, Pele'nin kırmızı kart gördükten sonra oyuna dönmesi ya da Lerby'nin bir günde 2 maça çıkması gibi.

Metin Oktay'ın bilinmeyen hikayesi

Futbolseverler büyük yıldızlar hakkında pek çok hikaye duymuşlardır. En kritik goller, nefis çalımlar, sakatlıklar ve birçok şey...

Ancak bu yıldızlarınbir de bilinmeyen, kıyıda kalan hikayeleri var. İşte bu hikayelerin birkaçını Fitbol dergisinden Orhan Uluca derledi. 

İlk hikaye Taçsız Kral Metin Oktay'dan...

HAPİSHANEDEN CEZA SAHASINA

Türkiye’nin tartışmasız en büyük golcülerinden biridir Metin Oktay. Üst düzey yeteneklerinin yanı sıra karakteriyle de gönüllerde taht kurmuş, sadece bir takımın değil; futbola gönül vermiş herkesin takdirini kazanmayı başarmıştır.

Fakat futbol çağının en verimli dönemlerinde, 14 Eylül 1960 günü yüksek tirajlı bir gazetede çıkan haber dikkat çekicidir: “Polis ve savcının aradığı Metin, 40 bin kişi tarafından alkışlanıyor, golleri atıyor ama bir türlü yakalanamıyor. Asker kaçağı Metin bugün sahaya çıkıyor.”

Meğer maç izinleri kayda geçirilmediği için, askerliğini 8 gün eksik yaptığı gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarılmış Metin hakkında. Türkiye’nin ilk askeri darbesi olan 27 Mayıs’ın, onun üzerinden topluma vermek istediği bir mesaj bu: “Metin Oktay dahi olsa cezasını çekecek.”

Devletin inadı inat tabii. Kral, 45 günlük cezasını çekmesi için Toptaş Cezaevine gönderiliyor. Hapisten çıktığı ilk günü Ahmet Çakır’ın “Taçlı Kral: Metin Oktay” kitabında şöyle anlatır:

“Beyti'deki akşam yemeğinde Baba Gündüz benim için sofrayı donattırdı. Futbolcu arkadaşlarım yemeği bitirince döndüler. Biz restorantta kaldık. Soframız çilingir sofrası. Rakı içiyoruz. 45 günlük sinirlerimiz yatışsın diye. Gece saat 03:00'e kadar içtik. Oteldeki odamıza çekilirken Baba Gündüz resepsiyondaki memuru sıkı sıkı tembihlemiş ‘Metin sabah kahvaltısı için kesinlikle uyandırılmayacak. Yorgunluğunu atıncaya kadar uyuyacak’ diye. Saat 11'de kendi gelip uyandırdı beni. 3 saat sonra Galatasaray sahaya çıkacak ve Karagümrük'le oynayacak. Baba, yatağımın ucunda oturdu ve şöyle dedi: ‘Biliyorum, oynayacak durumda değilsin ama seyirci seni görmek istiyor Metin. Karagümrük'e karşı seni oynatmak istiyorum. Üzülme, verebileceğini ver. Sen bize çok maç kazandırdın. Varsın, bugün de senin yüzünden kaybedelim. Seni hasretle bekleyen seyircine ne olur bu saygıyı gösterelim.’ Baba'ya hayır diyebilmem mümkün mü? Sahaya çıktım ve ben 2 gol atarken Galatasaray da Karagümrük'ü 3-0 yendi. Beni seven tribünlerime kavuşmuştum. Kusa kusa sahadan çıkarken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum...”

6 SAATTE 2 RESMİ MAÇA ÇIKMAK

Futbol değişti ve gelişti. Artık maç programları yıllık yapılıyor, milli takım ve kulüplerin oynayacağı maç takvimi aylar öncesinden belirleniyor.

Gelin görün ki 80’li yıllarda işler başkaydı. Yakından tanıdığımız Sepp Piontek’in başında olduğu Danimarka, 1986 yılında gerçekleşecek olan Dünya Kupası’na katılmak için elemelerde son derece önemli bir maça çıkacaktı ve aynı akşam Bayern Münih’in Almanya Kupası Çeyrek Final maçı vardı.

Soren Lerby ise her iki takım için de büyük önem taşıyordu; bir gün içerisinde hem milli takımın hem de kulübün ona ihtiyacı vardı. Peki, ne oldu?

Elbette Lerby’nin ilk tercihi milli takımdı ama hocası Piontek’ten maçı garantiye alır almaz kendisini çıkarmasını istedi. Piontek de oyuncusuna söz verdi. Sorun şu ki Danimarka-İrlanda maçı Dublin’de oynanacaktı, Bayern ise Bochum’da çeyrek final maçına çıkacaktı. Bu hikayeyi şimdi Soren Lerby’nin ağzından dinleyelim:

“Bayern Münih menajeri Uli Hoeness Dublin’de gergin bir şekilde oyundan çıkmamı bekliyordu. İrlanda karşısında öne geçmiştik ama Piontek beni bir türlü çıkarmıyordu. Her geçen dakikanın aleyhime işlediğini düşünürken maç konsantrasyonum sıfıra inmişti. Bochum’a nasıl yetişeceğiz diye düşüne düşüne maça devam ediyordum. Nihayetinde 58. dakikada bir gol daha atarak farkı ikiye çıkarınca Piontek beni oyundan aldı. Saat 16:15. Hemen soyunma odasına koştum. Öyle hızlı duş aldım ki hayatım boyunca o hıza bir daha ulaşacağımı düşünmüyorum. Islak saçlarla dışarıda beni bekleyen Uli Hoeness’in yanına koştum ve bize eşlik eden İrlandalı eskortlar eşliğinde havaalanına doğru yol aldık. Bochum’a geldiğimizde bizi kapıda bir Porsche bekliyordu. Talihsizlik bu ya, stadyuma çok az bir mesafe kala trafiğe takıldık. Artık dayanamayarak arabadan atlayıp “Görüşürüz Uli” dedim ve kalan iki kilometrelik mesafeyi koşarak kat ettim."

"Maçın başlama saati sekizdi. Ancak birkaç dakika kala yetiştim ve teknik direktör Udo Lattek’in yanına gittim. “Geç kaldın, seni ancak ikinci yarı oyuna alabilirim” dedi. Onca uğraşın ardından bu tepki biraz tuhaf kaçsa da maça yetişmiş olmanın sevincini duydum. Üstelik o kupayı da sezon sonu müzemize koyduk. İki takımın da bana aynı günde ihtiyacı olması tuhaf olduğu kadar gurur vericiydi. Altı saatte iki resmi maç oynamıştım.”

SEN MİSİN PELE’YE KIRMIZI KART GÖSTEREN!

Zamanının en iyisi olarak kabul edilen oyuncu sayısı pek azdır. 80’lerde Maradona neyse, öncesindeki 20 yılda da Edson Arantes do Nascimento oydu.

Pele’den bahsediyoruz. Çocukluğunda babası ona Thomas Edison’dan esinlenerek Edison ismini koymak isteğinde, nüfus memurunun adını yanlış olarak “Edson” yazması sebebiyle hayata Edson olarak başlamış Pele. Hatta “Edson” olduğu için sevinir ama “Pele” olduğu için kızarmış. “Edson” onun için gurur verici bir isimken, “Pele”yse uyduruk, dandik bir isimmiş onun için. Hatta bir gün kendisini “Pele” diye çağıran arkadaşına o kadar çok sinirlenmiş ki yumruk atıp okuldan iki gün uzaklaştırma almış.

Fakat yıllar geçtikçe her şey değişti; Edson değil, “Pele” ismi insanların dilinden düşmedi. İnsanlar onu çıplak gözle izlemek için pek çok zorluğu göze aldı ve bu güçlü bağ ilginç bir olaya sebebiyet verdi:

1969 yılında oynanan bir dostluk maçında Kolombiyalılar Pele’yi izlemek için tribüne akın ettiler. Maç esnasında hakem Guillermo “Chato” Velazquez, Pele’ye göre “gol olmayan bir gol” verdi. Takım arkadaşı Lima bu karara şiddetle itiraz etti. Hakem ise Lima’yı tehdit edercersine yanına yaklaştı, itirazlarını biraz dinledi ve sonra onu oyundan attı.

Bu karar karşısında şaşkına dönen Pele, arkadaşı Lima’nın bıraktığı yerden itirazı sürdürdü. Hakem Chato bu kez de Pele’yi oyundan attı. Ne olduysa ondan sonra oldu. Pele’yi izlemek için tribünleri hınca hınç dolduran taraftarlar isyan bayrağını çekip protestolara başladılar. Öylesine bir tepki oldu ki hakem polis koruması eşliğinde maçı yarım bırakıp stadı terk etmek durumunda kaldı. Pele ise atıldıktan 15 dakika sonra tribünlerin coşkulu tezahüratları eşliğinde maça geri döndü.

Pele o gün yaşananlar için şunları diyecekti: “Sanırım hakem Chato hariç herkes o gün mutlu bir şekilde stattan ayrıldı.”

TREND HABERLER
Yorumlar
TREND HABERLER