Olcay Sahan'dan Süper Lig yorumu
Beşiktaş'ın gurbetçi yıldızı Olcay Sahan, Spor Toto Süper Lig hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Fenerbahçe, Galatasaray ve Bursaspor tarafından istenirken tercih ettiği Beşiktaş'ta çok koşan, çok mücadele eden gerçek bir takım oyuncusu kimliğiyle ön plana çıkan Olcay Şahan, annesine düşkünlü ile biliniyor. Hocalarının "kocaman yüreği" nedeniyle tercih ettiği 25 yaşındaki forvet, bugün geldiği noktayı ailesinin verdiği desteğe bağlıyor ve iç sahadaki her karşılaşmasında tribünde oturan annesiyle göz göze gelmeden maça başlamıyor.
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Basın Departmanı tarafından
hazırlanan TamSaha dergisine konuşan Olcay Şahan, "Duisburg'da
oynuyordum. İkinci yarının ilk dakikası dolmadan hoca beni oyundan
aldı. Şaşırdım tabii... Başkan da o sırada saha kenarına inmişti.
Bana, 'Baban bir rahatsızlık geçirdi, hastaneye kaldırıldı' dedi. O
anda çok kötü bir şey olduğunu anladım. Babam tribünde kalp krizi
geçirmişti." dedi.
Duisburg'da oynarken Almanya Kupası'nda çeyrek finaldeki rakipleri Kaiserslautern'in maçtan 1 hafta önce kendisine transfer teklifinde bulunduğunu da belirten Olcay Şahan, "O maçta heyecan yapıp performansımın düşeceğini ummuşlardı ama tam tersi oldu. Kaiserslautern'e karşı hayatımın maçını oynadım." diyerek şunları söyledi:
"10 numaraya büyük sempatim
vardı''
Kaiserslautern'de ise 10 numarayı
Cezayirli Chadli Amri giyiyordu ve bana o formayı vereceklerini hiç
aklıma getirmemiştim. Ama soyunma odasında benim oturacağım yere 10
numaralı formayı koymuşlardı. O zaman bana ne kadar güvendiklerini
hissettim.
Babamın sayesinde buradayım. Yetenekli olmak tek başına futbolcu olmanıza yetmiyor. Kesinlikle arkanızda çok sağlam duran ve sizi doğru yönlendiren birisinin olması gerekiyor. Babam hayatımı antrenman saatlerine göre programladı, beni balla, pekmezle besledi.
Hocalarım yüreğimin küçük değil, kocaman olduğunu söylüyordu. Çok istekli, çok koşan, tam bir takım oyuncusu olduğumu düşünüyorlardı. Almanya'daki Türk oyuncular genellikle çok teknik ama tembel oluyor. Bendeyse tam tersi. Tipik bir Alman futbolcusu gibi görüyorlardı beni."
İlk teklifin Galatasaray'dan geldiğini belirten Olcay Şahan, "Hatta Galatasaray, Kaiserslautern'le bonservis konusunda anlaştı. Kaiserslautern'in sezon başı hazırlıklarına katıldım. Stefan Kuntz beni görünce, 'Senin burada ne işin var, biz Galatasaray'la anlaştık, senin şimdi orada olman lâzım.' dedi. Bu süreçte Bursaspor da beni istedi." diyerek şunları söyledi:
"Ama Samet Aybaba'dan 'Seni çok beğeniyorum, takımda görmek istiyorum' diye bir telefon alınca hiç tereddüt etmeden Beşiktaş'ın teklifini kabul ettim ve bir-iki gün içinde bu transfer bitti. Beşiktaş'a geldiğim ilk gün yabancılık çektim ama ikinci günden itibaren sanki bu takımın eski oyuncularından birisi gibi oldum. Beşiktaş'ta gerçekten çok sıcak bir yakınlık var ve bu zaten sahaya yansıyor. Arkadaş gibi değil, kardeş gibi bir takım olduğumuzu düşünüyorum.
Beşiktaş'ta ilk on birde oynayacağıma başından beri inanıyordum. Sonuçta ben Bundesliga'da oynayarak buraya geldim. Türkiye'deki birçok oyuncunun hayali olan bir ligde oynadım. Kendime güveniyordum ve formayı alacağımı biliyordum.
Hocamın bana güvendiğini hissettiğimde çok daha iyi oynarım. Birkaç maçta performansım iyi değildi ama hocam bana hiçbir zaman yedek kulübesinde oturacağım hissini vermedi. Kaçırdığım golden sonra bana, 'Ne oldu, hiçbir şey. Biraz sonra yine pozisyona gireceksin ve atacaksın. Futbol bu' diyor."
Almanya'da daha fazla disiplin, daha fazla rekabetin olduğunu, iki takım arasındaki güç farkı ne olursa olsun zayıf takımın 10 kişiyle savunma yapmadığını da belirten Olcay Şahan, Türkiye'de futbolun daha sert oynandığını, Almanya'da vücut vücuda mücadelelerin daha fazla olduğunu, burada ise tekmeyle girdiklerini söyledi.
"Biz başka takımlar gibi 10 milyon euro verip de bir oyuncu alamıyoruz. Ama bence gözden kaçan bir şey var; Beşiktaş'ın her oyuncusu Galatasaray veya Fenerbahçe'de rahatlıkla oynar. Yani bizim takımımızda oyuncu kalitesi gibi bir sorun yok. Üstelik aile havası yakaladık." diyen Olcay Şahan, şöyle devam etti:
"Geçtiğimiz sezon bir-iki oyuncu koşmayınca diğerlerini de olumsuz etkiliyordu. Şimdi bakıyorum, Hugo Almeida orta sahadan benim bölgeme inanılmaz bir koşu yapıyor. Onu öyle görünce ben de onun bölgesine koşuyorum. Bu anlayışı koruduğumuz sürece çok daha iyi yerlere geleceğiz.
Bir çok oyuncu en mutlu anları için attığı golleri gösterebilir ama benim için en unutulmaz an Galatasaray maçında yaptığım asistti. Skoru 3-2'ye getiren golün asistini yaptığımda çok mutlu oldum. Süper Lig'de adımın yazıldığı ilk hareketim buydu.
Millî Takım kamplarında yaşadığım hisler çok güzeldi ve tekrar yaşayabilmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Millî Takım'da oynamak performansla ilgili. Ben gösterdiğim performansla Abdullah Hocamı zorladığıma ve beni yeniden Millî Takım'a davet edeceğine inanıyorum."
TamSaha'dan Mazlum Uluç'un sorularını cevaplayan Olcay Şahan, "Yağmur da yağsa, kar da yağsa annem ve babam her maçıma gelir. Onların orada olması bana kuvvet veriyor. Annemi tribünde görmezsem rahat edemem. Her maçtan önce ısınmaya çıktığımızda tribünlere bakarım ve annemle göz göze geliriz. Bu bana büyük güç verir." dedi.
İşte Olcay Şahan'ın TamSaha dergisine
verdiği röportajın ayrıntısı:[page_end]
Futbola ilgin nasıl başladı, bir
kulübün altyapısına girmeden önce topla ilişkin
nasıldı?
Futbola Fortuna Düsseldorf'ta abimin sayesinde başladım. O sırada 6
yaşındaydım. Kulüp abimi seçmelere davet etmişti ve ben de onunla
gitmiştim. Kenarda kendi başıma topla oynuyordum. Abime "Bu çocuk
kim?" diye sordular. "Kardeşim" cevabını verince, "Seni beğendik,
kardeşini de öyle. İkiniz de burada futbol oynamaya başlayın"
dediler. Böylece 6 yaşında futbola başladım. 9 yaşındayken Bayer
Leverkusen'in altyapısına geçtim. Oradaki ilk senemde ayağım
kırıldı. 1 yıldan uzun bir süre futbol oynayamadım. Bayer
Leverkusen'de 3.5 yıl kaldıktan sonra Fortuna Düsseldorf'a döndüm,
çünkü biraz eksiklerim vardı. 17 yaşına kadar Düsseldorf'ta
oynadıktan sonra Mönchengladbach'a transfer oldum.
Bu transfer nasıl gerçekleşti, seni
nerede izlemiş ve beğenmişler?
Suat Tokat isminde çok samimi bir arkadaşım var. Fortuna'da
birlikte oynamıştık ve benden 1 yıl önce Mönchengladbach'a transfer
olmuştu. Hocaları bizim maçlarımızı takip ediyordu. Suat,
hocalarına benim için "Onu dikkatli izleyin" demiş. Onlar da
izledikleri maçlarda beni beğenmişler ve transfer teklifinde
bulundular. Mönchengladbach'ın ikinci takımında oynadım. Orada 3.
Lig'den 4. Lig'e düşme üzüntüsünü de yaşadım, ertesi sezon şampiyon
olup geri dönme mutluluğunu da. Şunu da söylemem gerek, Almanya 3.
Ligi'nin kalitesi bence burada PTT 1. Lig'e eşdeğer. Sözleşmem
bittiğinde Mönchengladbach benimle profesyonel mukavele imzalamak
istedi ama ben orada oynama şansı bulamayacağımı düşünerek
Duisburg'a gittim.
Bütün bu süreçte ailenin futbolcu olman
için sana desteği var mıydı?
Şunu çok net söyleyebilirim, eğer ailemin verdiği destek olmasaydı
ben bugün burada olamazdım. Babam hep arkamda durdu. Profesyonel
olana kadar bir idmanımı bile kaçırmadı. Ehliyetimi aldıktan sonra
bile beni antrenmanlara o getirip götürdü.
Futbola abinle birlikte başladığını söylemiştin, o ne yaptı daha
sonra.
3. Lig'e kadar futbol oynadı ama çapraz bağları kopunca bırakmak
zorunda kaldı. Şimdi menajerlik yapıyor. Benim menajerim de abim
zaten.
BABAM TRİBÜNDE KALP KRİZİ GEÇİRDİ
Ailenden söz eder misin, Almanya'ya
nereden göç etmişler?
Annem aslen Sivaslı ancak Almanya'ya gitmeden önce uzun yıllar
Sarıyer'de yaşamış. Babam ise Kayserili. Çalışmak için önce
Londra'ya gitmiş, sonra dönüp Almanya'ya yerleşmiş ve hayatını
orada kurmuş. Benim bir maçımı izlerken kalp krizi geçirdiği için
babama çalışmayı bıraktırdım.
Sen sahadaydın ve baban tribünde kalp
krizi geçirdi öyle mi?
O dönemde Duisburg'da oynuyordum. İkinci yarı yeni başlamıştı, ilk
dakika dolmadan hoca beni oyundan aldı. Şaşırdım tabii... Oyuncu
değişikliği yapılacak bir dakika değildi çünkü. Saha kenarında
bana, "Çok iyi oynadın, ama seni çıkarmam gerekiyordu. Başkanın
sana söyleyeceği bir şey var" dedi. Başkan da o sırada saha
kenarına inmişti. Bana, "Baban bir rahatsızlık geçirdi, hastaneye
kaldırıldı" dedi. O anda çok kötü bir şey olduğunu anladım, çünkü
babam beni orada bırakıp da gitmezdi. Kalp krizi geçirmiş. Neyse ki
şimdi durumu iyi Allah'a şükür.
Altyapı döneminde bir çok kulüpte
oynadın. Futbol karakterini en fazla şekillendiren kulüp
hangisiydi?
Bayer Leverkusen'di. Orada çok fazla oynama şansı bulamasam da
Almanya'nın en iyi altyapısına sahip kulüplerinden birinde eğitim
alma fırsatı buldum. Fortuna Düsseldorf'taki hocam da bana çok
destek verdi. Takım antrenmanlarının dışında bana özel antrenmanlar
yaptırırdı.
Futbolcu olacağını, bu işten para
kazanabileceğini ne zaman anladın?
19 yaşına geldiğimde... Futbolun para kazanabilecek bir iş olduğunu
başlangıçta bilmiyordum. Aslında 8 yaşından beri futboldan para
kazanıyorum. Bayer Leverkusen'e transfer olduğumda bana aylık 500
mark veriyorlardı. 300 markı benim için, 200 markı ise beni ve bir
oyuncu arkadaşımı Düsseldorf'tan getirip götüren babam için.
Arabayı da babama kulüp vermişti. Tabii 9 yaşındayken benim o
parayla bir işim yoktu. Mönchengladbach'a gittiğimde bu işten para
kazanabileceğimi anladım. Öncesinde sadece zevk için,
arkadaşlarımla keyif alacağım bir şeyler yapmak için futbol
oynuyordum.
Ardından Duisburg'a transfer oluyorsun.
O kulüpte neler yaşadın?
Duisburg'da çok güzel günlerim de oldu, kötü günlerim de. Ancak bu
kötü günlerin futbolumla bir ilgisi yoktu. Hocalarla anlaşamadım.
Başlangıçta genç ve tecrübesiz olduğum için oynatılmadım. Birkaç
maç oynadıktan sonra hocamız değişti ve ben o dönemde ilk maçımda
iki gol atarak kapıları açtım. Sonrasında sürekli oynamaya
başladım. Ardından takıma yeni ve isim yapmış oyuncular getirdiler
ve ben yine yedek kaldım. Sonra yine bir hoca değişikliği yaşandı
ve takımın başına Milan Sasic getirildi. Onun dönemindeki son iki
sezonumda sarı kart cezalısı bile olmadan bütün maçlarda
oynadım.
Sanırım 2. Lig takımı Duisburg'la
oynadığın Almanya Kupası finali de hayatında unutamayacağın
anılardan birisi.
Kesinlikle... Berlin'deki Olimpiyat Stadı'nda oynadığımız finalin
atmosferi müthişti. 40 bin Duisburg, 40 bin Schalke taraftarı ve
yüzlerce de protokol davetlisi vardı statta. İki takımın renkleri
de aynı olduğu için stat tamamen mavi-beyaza bürünmüştü. Finali
kaybetmiştik ama benim için unutulmaz bir maçtı. Elbette finale
gelene kadar elde ettiğimiz başarı da çok önemliydi. İlk iki turda
3. Lig takımlarını elemiş, 3. turda FC Köln'ü deplasmanda saf dışı
bırakmıştık. Çeyrek finaldeki rakibimiz ertesi sezon formasını
giyeceğim Kaiserslautern'di ve onlara da şans tanımadık. Yarı
finalde ise çok şanslıydık. Schalke ile Bayern Münih eşleşirken
bize Energie Cottbus düşmüştü. En güzeli içeride Cottbus'la
oynamaktı ve onları da eleyerek finale çıkmıştık.
KAİSERSLAUTERN MAÇTAN ÖNCE TRANSFER TEKLİF ETTİ
Kaiserslautern'e transferinde onlara karşı oynadığın kupa
maçındaki performansın mı etkili oldu?
Aslında onlar bu maçtan bir hafta önce bana transfer teklifinde
bulunmuştu.
İlginç, biz Almanya'da böyle şeyler olmaz zannediyorduk.
Bayer Leverkusen'in başında Stefan Kuntz vardı. Kuntz kurnaz bir
adamdır. O maçta heyecan yapıp performansımın düşeceğini ummuşlardı
ama tam tersi oldu. Kaiserslautern'e karşı hayatımın maçını
oynadım. Hatta yorumcular, "Maçı Olcay tek başına aldı" diye
değerlendirmeler yapmıştı. Tabii bu maçtaki performansım fiyatımı
da artırdı. Çünkü başka kulüplerden de teklifler gelmeye başladı.
Ben de o aşamada parayı değil, Bundesliga'da doğru takımda oynamayı
düşünerek bir tercih yaptım.
Peki, Kaiserslautern'e giderek doğru
bir tercih yaptığını söyleyebilir misin?
Evet, doğru tercih yaptığımı düşünüyorum. Teklif yapanlardan birisi
Augsburg'du ama Bundesliga'ya yeni çıkmış ve isimsiz bir takımdı.
Taliplerim arasında Werder Bremen vardı ancak görüşmeleri fazla
uzatıp zamana yaydılar. Nürnberg ve Hertha Berlin de beni istedi.
Hertha Berlin'de çok fazla baskı olduğunu düşünerek bu teklifi
reddettim. Duisburg'da bana tüm maçlarda şans veren hocam Milan
Sasic daha önce Kaiserslautern'de çalışmış ve onları küme düşmekten
kurtarmış ama sonra takım ikinci sıradayken haksız bir biçimde
görevine son verilmiş bir antrenördü. Ona danıştım. Bana
"Duisburg'da kal" demedi. "Çok iyi bir oyuncusun ve seni artık
burada tutamayız. Hem buna maddi gücümüz yetmez hem de senin artık
daha üst sınıf takımlarda oynaman gerekiyor. Bunu hak ediyorsun"
dedi. Tıpkı Samet Hoca gibi bana babaca davrandı. Aslında bana çok
kızıyordu ama ben insanın sevdikleriyle uğraştığını biliyorum.
Kaiserslautern düşünceme destek çıktı ve "Ben oradan problemli
ayrıldım ama tavsiyem yine de oraya gitmen. Çünkü Kaiserslautern
ismi olana değil, çalışana forma verir. Sen de çok çalıştığın, çok
koştuğun için orada çıkış yapacaksın" dedi. Bunun üzerine ben de
Kaiserslautern'le anlaştım.
İlk Bundesliga tecrübende neler
yaşadın?[page_end]
Almanya'da arabamın plakası D (Düsseldorf) OS (Olcay Şahan) 10'du.
Düsseldorf'ta 11 numaralı formayı giyiyordum ama 10 numaraya büyük
sempatim vardı. Plakamı da o nedenle 10 yapmıştım.
Kaiserslautern'de 10 numarayı Cezayirli Chadli Amri giyiyordu ve
bana o formayı vereceklerini hiç aklıma getirmemiştim. Soyunma
odasına indiğimizde bir de baktım benim oturacağım yere 10 numaralı
formayı koymuşlar. Bana ne kadar güvendiklerini hissettim ve bu
jest bana büyük bir özgüven verdi. Hazırlık dönemi benim açımdan
müthiş geçti. Tıpkı Beşiktaş'ta olduğu gibi o dönemde de çok sayıda
gol attım. Teknik direktörümüz Marco Kurz ilk maçlarda bana şans
tanıdı ve iyi oynadım ama sonra düşüşe geçtim. Yedek kaldığım dönem
bana yaradı açıkçası. Birkaç maçta kenarda oturduktan sonra
deplasmandaki Schalke maçında ilk on birde yer aldım ve 2-1
kazandık. O maçın yıldızı olmuştum. Sezonun ikinci yarısında da
yine aynı senaryo yaşandı. Aynı maçlarda oynayıp aynı maçlarda
kenarda kaldım. Sonra Schalke maçıyla yeniden on bire döndüm ama bu
kez hesap tutmadı, o maçta çok kötü oynadım. Daha sonra takımın
başına Balakov geldi ve ben kalan maçlarda sürekli forma
giydim.
Alt liglerde oynamakla Bundesliga'da oynamak arasında farklar
vardır herhalde...
Bundesliga gerçekten de üst kalitede bir lig ve orada oynamak hiç
de kolay değil. Altyapıdan yetişen bir Türk oyuncu olarak orada
oynamak özellikle kolay değil.
Yani Türk oyunculara karşı bir tavır mı
var?
Sadece Almanya'da değil, tüm Avrupa ülkelerinde bu tavır var. Ben
Almanya'da yaşadığım için oradaki tavrı daha fazla hissettim. Hangi
kademede oynuyor olursanız olun, bir Alman oyuncuyla eşit
kalitedeyseniz sizin seçilmeniz mümkün değil. Hatta ondan bir
gömlek yukarıda olsanız yine Alman oyuncu tercih edilir. Sizin şans
bulabilmeniz için alman oyuncudan iki kat üstün olmanız
gerekiyor.
Futbola başladığın yıllarda bir idolün
var mıydı?
Eskiden ön libero oynuyordum. Kanat oyuncusu olmam oldukça geç bir
döneme rastlıyor. Abim iyi bir kanat oyuncusuydu, sol ayağı çok
iyiydi ve çok süratliydi. Benden daha yetenekli bir oyuncuydu.
Onunla çalışarak ön liberodan kanat oyuncusuna dönüştüm ve bu
bölgede oynamaktan çok daha memnunum. Doğrusunu söylemek gerekirse
bir idolüm de olmadı. Ama Türkiye'de çok beğendiğim oyuncular
vardı. Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazandığı dönemde Hakan
Şükür'ü çok beğeniyordum. Bir de küçükken Emre Belözoğlu ve İlhan
Mansız'ın formalarını alıp giyerdim. İlhan Mansız gibi saçımı
uzatıp bantlardım.
SADECE YETENEK YETMEZ
Futbola başladığın dönemde seninle
birlikte yola çıkan pek çok arkadaşın bugün piyasada yok. Sense
önemli noktalara gelmeyi başardın. Bu başarıya ulaşmanı sağlayan ve
seni diğerlerinden ayıran özelliklerin nelerdi?
Elbette bazı yeteneklerim var ama asıl faktör babamdır. Ben babamın
sayesinde bugün buradayım. Yetenekli olmak tek başına futbolcu
olmanıza yetmiyor. Kesinlikle arkanızda çok sağlam duran ve sizi
doğru biçimde yönlendiren birisinin olması gerekiyor. Almanya'da
çok yetenekli Türk oyuncular 18 yaşına geldiklerinde gece
kulüplerine gitmeye başlıyor ve başka bir yolu tercih ediyor.
Babamsa benim hayatımı antrenman saatlerine göre programladı,
dinlenmemi sağladı, beni balla, pekmezle besledi. Boş günlerimde
ise "Git gez, canın ne istiyorsa yap" derdi. Onun desteği çok
büyüktü. Elbette bunun üzerine yeteneklerim de eklenince bugünkü
tablo çıktı ortaya.
Neydi o yetenekler, hocaların seni tercih ederken hangi
özelliklerini göz önünde bulunduruyordu?
Yüreğimin küçük değil, kocaman olduğunu söylüyordu her hocam. Çok
istekli, çok koşan, tam bir takım oyuncusu olduğumu düşünüyorlardı.
Almanya'daki Türk oyuncular genellikle çok teknik ama tembel
oluyor, çalışmayı ve koşmayı pek sevmiyorlar. Bendeyse tam tersi.
Çok koşan, mücadele eden, tipik bir Alman futbolcusu gibi
görüyorlardı beni.
Ne zaman ön liberodan açık oyuncusuna
dönüştün?
Duisburg'da oynamaya başladıktan sonra kanatta görev aldım.
Gençlerbirliği'nde oynayan Mehmet Kara beni Almanya'dan tanıyor.
Orada karşılıklı oynamıştık. Gençlerbirliği maçında bana "Sen ne
zaman kanat oyuncusu oldun, Almanya'da ön libero oynuyor, beni
tutuyordun" dedi. Ben de "Artık işler değişti, siz beni
tutacaksınız" cevabını verdim. Duisburg'a ön libero olarak
gitmiştim ama o bölgede çok tecrübeli iki oyuncu Mihai Tararache ve
Ivica Grlic oynuyordu. Hoca bana kanatta görev verdi ve orada
oynamaya başladım. Açıkçası bu görev değişikliğini sevdim.
Süper Lig'e gelmen 1 yıl rötarlı oldu diyebiliriz aslında. Çünkü
2011 yılının Mart ayında Fenerbahçe'nin seni istediği yolunda
haberler çıkmıştı...
O dönemde A2 Millî Takımı'na gelmiştim. Duisburg'da olduğum dönemdi
ve A2 ile Finlandiya'ya karşı oynamıştım. Aykut Hoca da beni
izlemiş ve ardından gazetelerde, "Fenerbahçe yeni Tuncay'ını buldu"
diye haberler çıkmıştı. Bu arada Tuncay Şanlı'yı çok beğendiğimi de
ekleyeyim. Bu haberlerden mutlu olmuştum. Ancak o sezon Fenerbahçe
ile Trabzonspor şampiyonluk yarışındaydı ve benim transfer konum
zamana yayıldı. O dönemde Kaiserslautern'den teklif alınca
Bundesliga'da oynamayı tercih ettim. İlk hedefim Bundesliga'ydı
çünkü. Kaiserslautern'de oynamaya başladıktan sonra da Abdullah
Hoca tarafından A Millî Takım kadrosuna davet edildim. Bu benim
için hem onur hem de özgüven kaynağı oldu.
SAMET HOCA TELEFON EDİNCE...
Peki sonrasında neden Türkiye'ye
gelmeyi tercih ettin?
Kaiserslautern küme düşünce 2. Lig'de oynamak istemedim. Başka
kulüplerden teklifler vardı ama bonservisim yüksek olduğu için
transferim gerçekleşmedi. Bunun üzerine Türkiye'deki teklifleri
değerlendirmek istedim. İlk teklif Galatasaray'dan geldi. Hatta
Galatasaray, Kaiserslautern'le bonservis konusunda anlaştı. Ancak
ben düşünmek için süre istedim, çünkü ailece bir karar vermek
durumundaydık. Bu arada Kaiserslautern'in sezon başı hazırlıklarına
katıldım. Stefan Kuntz beni görünce, "Senin burada ne işin var, biz
Galatasaray'la anlaştık, senin şimdi orada olman lâzım" dedi. Ben
de kendisine, "Bana kimse bir şey sormadı, ben de Galatasaray'a
imza atmadım" karşılığını verdim. Bunun üzerine Kuntz bana kızdı.
Hatta 10 numaralı formamı alıp başka bir oyuncuya verdiler. Çünkü
paraya ihtiyaçları vardı ve Galatasaray'la 1 milyon euronun
üzerinde bir bedele anlaşmışlardı. Bu süreçte Bursaspor da beni
istedi. Benim için önemli olan gideceğim kulüpte geleceğimin açık
olmasıydı. Tüm bunları düşünürken Beşiktaş'ta Samet Aybaba göreve
getirildi. Benim de içimden Beşiktaş'ta oynamak geçiyordu. Çünkü
Beşiktaşlıyım. Samet Hoca imza attıktan bir gün sonra beni aradı ve
"Seni çok beğeniyorum, takımda görmek istiyorum" dedi. Hiç tereddüt
etmeden kabul ettim ve bir-iki gün içinde bu transfer bitti.
Galatasaray daha fazla para teklif etmişti ama ben kendi açımdan
neresi daha iyi olabilir diye düşündüm ve Beşiktaş'ı tercih
ettim.
Peki Kaiserslautern kulübü ne dedi bu
işe?
Stefan Kuntz'la görüşmeye gittiğimde, "Ben bu anlaşmayı kabul
etmiyorum, Galatasaray bonservis için çok daha fazlasını veriyor.
Gideceksen Galatasaray'a gideceksin" dedi. Bir yandan bana, "Futbol
kariyerin açısından Beşiktaş daha iyi olur" diyordu ama diğer
yandan da alacağı paranın fazlalığına bakarak Galatasaray'ı tercih
ediyordu. Bunun üzerine menajerliğimi yapan abim Kuntz'la görüşmeye
gidip, "Beşiktaş'ın teklifini kabul edecekseniz edin, aksi takdirde
Olcay burada kalacak ve siz hiç para kazanamayacaksınız" dedi.
Kuntz da hiç para kazanamamaktansa Beşiktaş'ın teklifini kabul etti
ve bu transfer gerçekleşti.
Ben hocama güvendim. Telefonla konuştuğumuzda bana çok iyi bir his verdi. Ben de karar verirken duygularımla hareket ettim. Bu arada babamı aradım ve "Samet Hoca beni istiyor, ne diyorsun?" diye sordum. O da "Sen nasıl istiyorsan, içinden ne geçiyorsa öyle karar ver. Biz her zaman senin arkandayız" dedi. Ben de "O zaman düşünmeye hiç gerek yok, Beşiktaş'ta oynamak istiyorum" cevabını verdim.
Geçtiğimiz sezon iki kanadında Quaresma ve Simao'nun yer aldığı
Beşiktaş istenen başarıyı gösteremedi. Uluslararası çaptaki
oyuncuların yerine geliyor olmak sana neler düşündürdü?
Bu konuda bir endişe duymadım. Çünkü feda yılında yeni bir dönem
başlayacaktı. Samet Hoca bana güveniyordu ve "Seni ilk on bir için
düşünüyorum" demişti. Takımda kimlerin olmayacağıyla ilgili
planlarını da bana anlatmıştı. Diğer yandan da ben kendime
güveniyordum. Quaresma veya bir başkası ile rekabete hazırdım.
Rekabet oyuncuya zarar vermez, aksine gelişmesini sağlar.
ARKADAŞ DEĞİL, KARDEŞ GİBİYİZ
Beşiktaş'a geldiğinde nasıl bir
atmosfer buldun? Her ne kadar Türk olsan da Almanya'da doğup
büyümüş bir oyuncu olarak adaptasyon sürecinde neler
yaşadın?
Dediğiniz gibi her ne kadar Türk olsanız ve Almanya'da Türk örf ve
adetleriyle yaşasanız da gelir gelmez Türkiye'ye adapte olmak kolay
değildi. Geldiğim gün ilk tanıştığım kişiler tıpkı benim gibi
gurbetten gelen Veli Kavlak'la Tanju Kayhan'dı. Onlar da bir yıl
önce aynı hisleri yaşadıkları için bana destek oldular. Kaptanımız
İbrahim abi de aynı biçimde bana yardımcı oldu. İlk gün yabancılık
çektim ama ikinci günden itibaren sanki bu takımın eski
oyuncularından birisi gibi oldum. Beşiktaş'ta gerçekten çok sıcak
bir yakınlık var ve bu zaten sahaya yansıyor. Arkadaş gibi değil,
kardeş gibi bir takım olduğumuzu düşünüyorum.
Beşiktaş'a gelir gelmez ilk on birde
forma bulmayı ve bu takımın banko oyuncularından birisi olmayı
hayal ediyor muydun?
Kesinlikle hayal ediyordum. Sonuçta ben Bundesliga'da oynayarak
buraya geldim. Türkiye'deki birçok oyuncunun hayali olan bir ligde
oynadım. Kendime güveniyordum ve formayı alacağımı biliyordum.
Futbolda zaman zaman düşüşler yaşansa da kimle rekabet edersem
edeyim onu geçip oynayacağıma inanıyordum.
Samet Aybaba ile ilişkilerinden söz
eder misin? Hocanın sana yaklaşımı nasıl? Baba-oğul gibi olduğunuzu
söyledin ama biraz açalım istersen konuyu...
Samet Hoca bana büyük destek veriyor. Geçtiğimiz haftalarda "Messi
benim takımımda olsa Olcay'la çekişir" diye bir açıklaması olmuştu.
Ben de onun güvenini boşa çıkarmadım ve Gençlerbirliği maçında
attığım golden sonra ona koştum. Hocalarımın hepsinin beni
sevdiğini biliyorum ve ben de onları çok seviyorum. Teknik
ekibimizin takıma karşı yaptığı çok büyük fedakârlıklar var ve bunu
hepimiz görüyoruz. Onun için biz de takım olarak bu fedakârlığa
aynı fedakârlıkla karşılık vermek istiyoruz.
Samet Hoca senden saha içinde neler
bekliyor, neler istiyor?[page_end]
Benden bugün oynadığım futbolu bekliyor, "Kendin gibi ol, Olcay
Şahan gibi oyna, bana yeter" diyor ve rahat olmamı istiyor.
Galiba hocanın kendisine güvendiğini hissetmesi oyuncunun
performansı açısından çok önemli.
Kesinlikle çok önemli. Hocamın bana güvendiğini hissettiğimde çok
daha iyi oynarım. Birkaç maçta performansım iyi değildi ama hocam
bana hiçbir zaman yedek kulübesinde oturacağım hissini vermedi.
Kaçırdığım golden sonra bana, "Ne oldu, hiçbir şey. Biraz sonra
yine pozisyona gireceksin ve atacaksın. Futbol bu" diyor. Onun bu
tavrı beni çok rahatlatıyor. Bunu daha önce Duisburg'da oynarken
Milan Sasic yapmıştı ve futbol hayatımın en büyük çıkış yaptığım
dönemini orada yaşamıştım.
Beşiktaş taraftarı senin gibi koşan,
çalışan, forması için canını dişine takan oyuncuları sever. Onlarla
ilişkilerin nasıl? Tribünden nasıl bir elektrik
alıyorsun?
Taraftardan o elektriği henüz yüzde yüz alamadım. Beni sevdiklerini
ve o elektriği bir gün alacağımı umuyorum. Gol kaçırdığım için çok
eleştiriliyorum. Ama sonuçta o pozisyonlara girebilmek de önemli.
Sanırım bu ligde kanat oyuncusu olarak en fazla pozisyona
girenlerden birisiyim. Beş golüm ve üç asistim var. Elbette daha
iyisi de olabilir ama bugün de kötü olmadığımı düşünüyorum. İnönü
Stadı'nın atmosferine gelirsek; daha önce Schalke'ye karşı
Olimpiyat Stadı'nda 80 bin kişi önünde oynadığım final maçının
atmosferinden söz etmiş ve muhteşem olduğunu söylemiştim. Bir de
Kaiserslautern'de oynarken gol attığım bir Dortmund maçı vardı ve
orada hissettiklerim de harikaydı. Ama bu ikisini toplayıp
Galatasaray'a karşı oynadığımız maçta hissettiklerimle kıyaslarsam
İnönü'deki duygularım çok daha üst düzeydeydi. Sonuçta kendi
insanlarınızın önünde oynuyorsunuz ve daha çok etkileniyorsunuz.
Almanya'da 80 bin kişinin önünde oynamaktansa İnönü'de 30 bin
kişinin önünde oynamayı tercih ederim.
Aslında transfer olduğunda seninle ilgili olumsuz düşünceler
daha fazlaydı. Taraftar forumlarında "Bu
adama bu kadar para verilir mi?" deniliyordu. Ancak
sonrasında o görüşlerin değiştiğini ve seninle ilgili övgü dolu
ifadeler kullanıldığını görüyoruz.
Başlangıçta transferime şüpheyle yaklaşmalarını normal
karşılıyorum, çünkü beni tanımıyorlardı. İlk maçlarımı oynadıktan
sonra iyi yorumlar duydum. Ama Trabzonspor ve Bursaspor maçlarının
ardından aldığım tepkiler gerçekten üzücüydü. Ben duygusal bir
insanım. Ne kadar fazla destek görürsem o kadar iyi oynar ve daha
iyi noktalara gelebilirim.
SÜPER LİG'DE TEKME ATIYORLAR
Yeniden sahanın içine dönersek, Bundesliga'da oynanan futbolla
Süper Lig'deki futbol arasında en temel farklar nedir sana
göre?
Almanya'da daha fazla disiplin, daha fazla rekabet var. İki takım
arasındaki güç farkı ne olursa olsun zayıf takım 10 kişiyle savunma
yapmıyor, iki takım da kendi oyunlarını sergilemeye çalışıyor.
Almanya'da daha çok koşuluyor, mücadele ediliyor, Türkiye'de ise
futbol daha sert oynanıyor. Almanya'da vücut vücuda mücadeleler
daha fazla, burada ise tekmeyle giriyorlar. İstanbul Büyükşehir
Belediyespor'la oynadığımız ilk lig maçında bu sertlikten dolayı
biraz zorlandım ama Galatasaray maçından itibaren bu sertliğe de
alıştım.
İki ülkeyi taraftar davranışları
açısından kıyaslar mısın?
Bence çok büyük fark var. Almanya'da sokakta yürürken birisi
kolunuza girip ya da boynunuza sarılıp "Fotoğraf çektirelim"
diyemez. Önce bunun için izin isterler. Türkiye'de ise adamın biri
havaalanında boynuma sarılıyor ve ondan sonra "Fotoğraf
çektirebilir miyiz?" diyor... Bunu reddetme şansınız yok zaten.
Almanya'da maç bitince bütün takım taraftarların önüne gider,
birlikte şarkılar söylenir, oynanır, sonra da fanatik taraftarların
bulunduğu tribünden uzanan ellere herkes elini uzatır ve tokalaşıp
geçilir. Burada böyle bir şey yapamazsınız. Elinizi uzatsanız sizi
kaldırıp tribüne çekerler. Çünkü sarılmak ve sizi kucaklamak
isterler (gülüyor).
Ligimizde hangi oyuncuları
beğeniyorsun?
Fernandes'i çok beğeniyorum, Veli'yi beğeniyorum... Ya aslında
bizim takımdaki bütün oyuncuları beğeniyorum. Çünkü bu sezon en
büyük çıkışı bizim takımdaki oyuncular yaptı. Hugo Almeida, Filip
Holosko, Oğuzhan Özyakup, Necip Uysal, İbrahim Toraman ve
diğerleri. Ben onları sayabilirim size. Elbette diğer takımlarda da
Selçuk İnan gibi çok iyi oyuncular var ama ben Beşiktaş'taki bütün
oyuncuların müthiş bir çıkış yakaladığını düşünüyorum.
Beşiktaş beklentilerin aksine
şampiyonluk yarışının içinde yer aldı. Oysa kimse sizden böyle bir
şey beklemiyordu. Sizin sırrınız ne? Neyi iyi yaptığınızı
düşünüyorsunuz?
Bizim sırrımız kardeşliğimiz. Bizi rahatlatan şey de kamuoyunun
Beşiktaş'a biraz önce bahsettiğiniz gibi bakması. Hocalarla tek
yürek olmamız, birbirimize sahip çıkmamız. Biz başka takımlar gibi
10 milyon euro verip de bir oyuncu alamıyoruz. Ama bence gözden
kaçan bir şey var; Beşiktaş'ın her oyuncusu sezon başında
şampiyonluk adayı olarak gösterilen Galatasaray veya Fenerbahçe'de
rahatlıkla oynar. Yani bizim takımımızda oyuncu kalitesi gibi bir
sorun yok. Tek farkımız bizde çok büyük paralar verilerek alınan
oyuncu olmaması. Kalite sorunu yaşamayan ve bir yandan da aile
havası yakalayan bu kadro, üzerindeki beklenti baskısının da yüksek
olmaması sayesinde güzel işler yapıyor.
Bugün geldiğiniz nokta size, "Bizden
nasıl olsa beklentiler yüksek değil, şampiyon olmasak da olur" gibi
bir rehavet verebilir mi?
Geçen hafta Veli'yle bir yerde yemek yiyordum, yanımıza gelen
birisi, "Ben Fenerbahçeliyim ama sizin maçlarınızı seyretmekten
daha çok keyif alıyorum" dedi. Yakın geçmişe bakıyorum, Beşiktaş'ta
böyle bir takım bütünlüğü yoktu. Geçtiğimiz sezon takımda bir-iki
oyuncu koşmayınca diğerlerini de olumsuz etkiliyordu. Şimdi
bakıyorum, Hugo Almeida'nın orta sahadan benim bölgeme inanılmaz
bir koşu yaptığını görüyorum. Onu öyle görünce ben de onun
bölgesine koşuyorum, yardımcı olmaya çalışıyorum. Bu anlayışımızı
koruduğumuz sürece çok daha iyi yerlere geleceğimizi düşünüyorum.
Böyle oynamamızdaki en büyük pay da hocalarımıza ait. Çünkü bu
rahatlığı, bize duydukları güvenle onlar veriyor.
Bu sezonun ilk yarısı için ligde en
mutlu olduğun an hangisiydi?[page_end]
Bir çok oyuncu en mutlu anları için attığı golleri gösterebilir ama
benim için en unutulmaz an Galatasaray maçında yaptığım asistti.
Çünkü o asist beni çok rahatlattı. Sezonun ilk maçında iyi bir
sonuç alamamıştık ve Galatasaray'la oynayacağımız maçta herkes
rakibimizi favori gösteriyordu. Skoru 3-2'ye getiren golün asistini
yaptığımda çok mutlu oldum. Süper Lig'de benim adımın yazıldığı ilk
hareketim buydu. Bir yandan da transferde adımın geçtiği
Galatasaray'a karşı asist yapmak önemliydi.
Millî Takım'la ilgili beklentilerin
neler?
O kamplarda yaşadığım hisler çok güzeldi ve tekrar yaşayabilmek
için elimden gelen her şeyi yapacağım. Millî Takım'da oynamak
performansla ilgili. Ben gösterdiğim performansla Abdullah Hocamı
zorladığıma ve beni yeniden Millî Takım'a davet edeceğine
inanıyorum.
Bundan sonraki kariyer planlamanda
neler var? Futbol geleceğinden neler
bekliyorsun?
Hedeflerim çok büyük. Beşiktaş'la şampiyonluk yaşamak istiyorum.
Galatasaray maçındaki atmosferi unutamıyorum ve acaba şampiyonluğa
ulaşırsak neler olur diye hayal etmeye çalışıyorum. İnanıyorum ki
bunu başarabiliriz. Ben adım adım bakıyorum ve bu sezon gizli
hedefimize ulaşmayı umuyorum.
Yeniden Avrupa'da oynamak gibi
hayallerin var mı?
Benim için Avrupa'da oynamak şu aşamada Beşiktaş'la gelecek sezon
Şampiyonlar Ligi'nde oynamayı içeriyor. Elbette daha sonraki
sezonlarda Beşiktaş beni büyük bir bedel karşılığında satarak para
kazanabilirse bundan da mutluluk duyarım.
Futbolun dışında ne
yapıyorsun?
Kız arkadaşım aynı zamanda evlenmek istediğim kişi; onunla daha
fazla vakit geçirmek istiyorum. O Almanya'da yaşıyor, ben
buradayım. En kısa zamanda evlenmek istiyorum ama henüz istemeye
gitmedik, bakalım babası verecek mi? (Gülüyor) Müzik dinlemeyi,
başka sporlarla ilgilenmeyi seviyorum. Fırsat buldukça basketbol ve
tenis oynuyorum. Bunların dışında ailemle vakit geçirmeyi
seviyorum. Aile çocuğu olduğum için annemi ve babamı da İstanbul'a
getirdim, birlikte yaşıyoruz.
Maçlarına geliyorlar
mı?
Yağmur da yağsa, kar da yağsa annem ve babam her maçıma gelir.
Onların orada olması bana kuvvet veriyor. Annemi tribünde görmezsem
rahat edemem. Her maçtan önce ısınmaya çıktığımızda tribünlere
bakarım ve annemle göz göze geliriz. Bu bana büyük güç verir.
Almanya'da bir maçıma yetişememişlerdi ve ben annemi görmemiştim. O
maçta hiç iyi oynamadım. Devre arasında annemi gördükten sonra
ikinci yarıda müthiş bir performans sergilemiştim.